“100. Yılında 9 Eylül ve İzmir”
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi’nce düzenlenen “100. Yılında 9 Eylül ve İzmir” paneli Prof. Dr. Fuat Sezgin Konferans Salonunda yapıldı.
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Gökçe başkanlığında yapılan panelde konuşan Milli Savunma Üniversitesi, Hava Astsubay MYO Müdürü Prof. Dr. Hasan Mert, İKÇÜ SBBF Tarih Bölümünden Doç. Dr. Resul Babaoğlu, SBBF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Ünal Şenel, İzmir’in kurtuluşu öncesi ve sonrası ile ilgili önemli tarihsel bilgiler aktardı. Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Muhsin Akbaş, Prof. Dr. Yasin Bulduklu, Prof. Dr. Süleyman Akbulut, dekanlar, çok sayıda akademisyen ve öğrencinin ilgiyle takip ettiği panelin açış konuşmasını yapan İKÇÜ SBBF Dekanı Prof. Dr. Turan Gökçe, 9 Eylül’ün İzmir kadar Türkiye’nin de kaderini tayin eden bir dönüm noktası olduğunu vurguladı.
Eskiyi Korumadan Yeniyle Övünmen Fayda Etmez
Tarih bilincinin bir gelecek idraki olduğunu aktaran Prof. Dr. Gökçe,” Bu bilince sahip olmayan bir memlekette milli varlıktan söz etmek mümkün değildir.100 yıllık bilanço çıkarmak demek, onu anlamaya çalışmak, durum değerlendirmesi yapmak, gelecek vizyonu çizmek, gelecek idrakine sahip olmak demektir. Asırlık tecrübeleri dikkate almak anlamaya çalışmak gerekir. Yaşadığımız bugünden bakarak, 100 yıl önce olup bitenleri bir adli tıp uzmanı titizliği ile anlamaya çalışmak yerine, tarihte yaşıyormuş gibi taraf olmaya, birinin hakkını teslim etmek için diğerini görmezlikten gelmeye kalkışıyoruz. Böylelikle, aklın, izanın, ilmin ve irfanın hiçbir biçimde kabul edemeyeceği tarihi şahsiyetleri, kahramanları, sembol isimleri karşı karşıya getirerek yıpratma gafletinde bulunuyoruz. “Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyete sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek ve Türklere ve Cihana bildirmek bizler için bir borçtur. 'Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır' diyen Atatürk’ün bu ve benzeri ifadelerle vurgulamış olduğu gibi, anlayabildiğimiz ve aynı zamanda bir gelecek idraki olarak kavrayabildiğimiz tarihin milletimiz için en büyük kuvvet kaynağı olduğuna inanıyoruz” şeklinde konuştu.
100. Yıl Şehit Fethi Bey’in Aziz Hatırasının Toparlanması İçin Bir Fırsat Olarak Görülmeli
İzmir’in işgalinin tarihimizde taşıdığı farklı anlama vurgu yapan Dekan Prof. Dr. Gökçe, bu işgalin milletimiz açısından bardağı taşıran son damla olduğunu söyledi. Prof. Dr. Gökçe, ”İzmir Türkiye, Türkiye İzmir demekti. Düzenlenen gösterilerden, İstanbul’dan tüm dünyaya çekilen protesto telgraflarından bunu çıkarıyoruz. Elbette kurtuluşta sembol olan yüzlerce kahraman var. Mesela Miralay Süleyman Fethi Bey unutulmuş. İzmir’in işgaline karşı sonuna kadar direnen, kutsal değerlerini hiçbir şekilde çiğnetmeyen, devletin giydirdiği üniformayı canı pahasına çıkarmayı reddeden, vatan uğrunda canını feda etmekten çekinmeyen Şehit Süleyman Fethi Bey, yüksek iman gücü ve inançla İzmir’de istiklâl mücadelesinin fitilini ateşleyerek tarihe geçen sembol isimlerden biri oldu. Fethi Bey, şehadetinden sonra şehrin kalpgahı durumunda bulunan Emir Sultan Dergâhı Haziresine defnedildi. Ancak, 69 yıl sonra hazin bir hikâye ile Şehit Süleyman Fethi Bey’in burada bulunan kabri taşınarak yeri boş bırakıldı. 1986 yılında verilen bir dilekçe ile başlayan hazin hikâye, 8 Ocak 1988’de Ege Ordu Komutanlığı’nın Süleyman Fethi Bey’in naaşının Narlıdere Şehitliğine taşınması kararı ile birlikte dönüşü olmayan bir yola girdi. Bunda, tarihi mekânın dolayısıyla kabrin bulunduğu hazirenin bakımsız kalmış olması, adeta kaderine terk edilmiş olmasının da büyük rolü vardı. Alınan karar doğrultusunda 69 yıllık kabir açıldı, kemikler toplanarak Narlıdere Şehitliğine nakledildi. Bu arada mezardan çıkarılmış olan takma altın dişler Arkeoloji Müzesinde muhafaza altına alındı. 1919 yılı mezar kültürünün özelliklerini taşıyan sandukalı, şahideli mezar taşları Agora Açık Hava Müzesi’ne kaldırıldı. Süngülenerek ağır yaralandığı işgal günlerinde giydiği üniforma ise İstanbul Askeri Müzesi’nde sergilendi. Fethi Bey'in aziz hatırasının bu şekilde parçalanmışlığını içine sindiremeyen İKÇÜ bir şeyler yapmaya çalıştı. 2019’da, Türk İslam Arkeolojisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Ürer, Doç. Dr. Akın Ersoy, Dr. Öğr. Üyesi Ünal Şenel bizzat sahiplenerek; mezar taşlarını Emir Sultan Türbesi ile tekrar buluştu. Bir süredir sergilendiği Agora Örenyeri'nden alınan sanduka, 100 yıl önce Fethi Bey'in defnedildiği Emir Sultan Türbesi haziresindeki yerine konularak ziyarete açıldı. 100. yıl Şehit Fethi Bey’in aziz hatırasının toparlanması için bir fırsat olarak görülmeli ve bazı önemli adımlar atılmalıdır. Agora’da bulunan ve epeyce zarar görmüş olan mezar taşlarının Emir Sultan Haziresi’nde boş bulunan yerine iade edilmesiyle işe başlanmalıdır. Uygun bir yerde tasarlanacak abide ile 100 yıldır bekleyen vefa borcu ödenmelidir” dedi.
Onlar İçin Kara Eylül Ayı
Hava Astsubay MYO Müdürü Prof. Dr. Hasan Mert de tarihin sayfalarından aktarımlarda bulunduğu konuşmasında, müttefikler için İzmir’in kaybedilişinin bir cehennem günü olarak tanımlandığını belirtti. Prof. Dr. Hasan Mert, “Yunanlıların ‘matem günü’ olarak görmesi gayet normaldir. Onlar bu ayı kara eylül ayı olarak adlandırırlar. Anadolu maceralarını da Küçük Asya Felaketi olarak değerlendirirler. Asırlarca kardeşçe zenginleştikleri, semirdikleri bu toprakları ebediyen kaybettiler. Ama onların bugün de üsler kuran ağababaları var. O tarihler de Amerikan gazetelerinde İzmir cehenneminden kaçış olarak başlıklar atılıyor. İnferno olarak İzmir’den bahsediliyor. Onlar için bir felakettir, bizim için de bir bayram. İzmirli bir gencin işgalle ilgili 1924 yılında Ahenk Gazetesinde tefrika olarak yayınlanan anısında, tarlada çalışırken bir grup Rum izcinin bağlarına girip talan ettiğini, o Rum’u tanıdığını, Yunan ordusuna yol göstericiliği yaparken; ‘Sakın karşı çıkma, buraya yüksek Yunan kültürünün temsilcileri geldi. Buraya medeniyet getirecekler’ diyor. Bu söylemi hatırlarsınız; Irak’a demokrasi getirmek için harekat düzenleyenlerle, Suriye’yi özgürleştirmek için operasyon yapanlarla aynı söylemler…Zaman değişiyor, söylemler değişmiyor. Tarih tekerrürden ibaret oluyor” diye konuştu.
9 Eylül, Bir Çağın Bitişi, Başka Bir Çağın Başlangıcıdır
9 Eylül sabahı yaşananları ilk ağızdan dinleyerek yazdığı doktora tezinden 1911 doğumlu Cafer Arıcan’ın sözlerine yer veren Prof. Dr. Hasan Mert, Türk subayının sabahın ilk ışıklarıyla şehrin dört bir tarafından girmesi ile ezanların okunmasının oldukça önemli manalar taşıdığını kaydetti. Türk askerlerinin esir almak için bile zaman kaybetmediklerini, esarete son vermek için Kordon Boyu’na büyük bir heyecanla ilerlediklerini aktaran Prof. Dr. Mert şöyle devam etti: “Bundan 100 yıl önceki Türk askerindeki heyecanı düşünün. 450 kilometrelik yolu savaşa savaşa 14 günde gelmiş bu ordu. Bugün ki şartlarda yürüyerek gelseniz bunu başaramazsınız. 9 Eylül sabahı İzmir’e Türk süvarileri tarafından dört bir koldan girildi. Doktora tezim Bornova tarihi üzerineydi. 9 Eylül sabahına tanık olan, 1911 doğumlu merhum Cafer Arıcan ile tanıştım. Toprağı bol olsun. Yaptığım sohbette şöyle anlatıyordu: ‘Radyo, TV yok. Bir hareketlenme var. Yunan ordusunda, farkındayız. 15 Mayıs’ı hatırlayarak evlerimizin kapılarının arkasında geçerek sıkı sıkıya kapandık. Saat 09.00 gibi ezanlar okunmaya başlandı. Türk süvarilerimiz sokaklarda geçit yapmaya başladı. 14 gündür savaş meydanlarında oldukları için yüzleri toprak içinde, üniformaları lime lime olmuş atın üzerinde gidiyorlardı. Biz su çekip bakır maşrapayla süvariye uzatıyorduk. Süvari iki yudum içtikten sonra maşrapayı iterek yürüyüşüne devam ediyordu. Bir saniye beklemeye tahammülleri yoktu. Başkomutanlarının Gazi Mustafa Kemal’in verdiği emri yerine getirmek için yarış içindelerdi. Yunanı denize dökmek için ileri atılıyorlardı. Atlar bile değişikti. Onlar bile durmuyordu. Her gün Ege Üniversite’nin önünden geçiyorsunuz. Tıp Fakültesi’nin önündeki taşın niye orda olduğunu biliyor musunuz? 3 şehidimiz orda yatıyor. Süvarilerimiz Ağaçlı Yol’dan Halkapınar’a ilerliyorlar. Burada pusuya düşürülüyorlar. 4 şehidimiz de burada yatıyor. 9 Eylül’de Yunan ordusu yenilmedi, emperyalizm yenildi. Ezan okunması bir işaretti. O günkü Türk ordusu İzmir’i kurtarmadı. İslam’ı kurtardı. Y.Kemal’in dediği gibi…9 Eylül, bir çağın bitişi, başka bir çağın başlangıcıdır'”
15 Mayıs İzmir’in Kara Günü
İKÇÜ SBBF Tarih Bölümünden Doç. Dr. Resul Babaoğlu da Yunanistan’ın 1830’lardan bu yana tarih sahnesinde, büyük ülkü olarak nitelendirilen Bizans’ı tekrar diriltmek gayesinin resmi bir dış politika doktrini haline geldiğini aktardı. Doç. Dr. Babaoğlu, “Balkan Savaşlarından sonra bunu fırsat haline getirdiler. İzmir’e göz diken Yunanlılara, Mondros Ateşkes Antlaşması da bir fırsat sundu. Venizelos Paris Barış Anlaşmasında müttefiklere İzmir’in Yunanistan’a verilmesini kabul ettiriyorlar. İngiltere’de Yunanistan tarafında yer alıyor. 15 Mayıs’ta İngiliz, Fransız ve İtalyan gemilerinin nezaretinde, Rumların coşkulu gösterileri eşliğinde İzmir, Yunan vahşetiyle karanlıklara gömüldü. 15 Mayıs İzmir’in Kara Günü olarak kayda geçti. İlk 48 saatte Hükümet Konağı civarında 4000 vatandaşımız şehit ediliyor. Tutsak edilen Türkler de toplatılarak hayvanların bulunduğu ambarlara kapatılıyor. Bu işgalin Anadolu’da ses getirmesi tesadüf değil. En bilineni Halide Edip Adıvar’ın da konuşmacı olduğu Sultan Ahmet’te 200 bin kişinin katıldığı mitingdir. Anadolu’nun en ücra yerlerinde bile binlerce insan toplanarak bu işgali protesto etti. Bazı görüşlere göre Kurtuluş Savaşı’nın 15 Mayıs işgalinden sonra başladığı kabul edilir. Bundan sonra Batı Anadolu’da Kuvayi Milliye’nin oluşmaya başladığını biliyoruz” ifadelerini kullandı.
Biz Smirna Değil, İzmir’iz
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Ünal Şenel de İzmir’in işgalinin tüm topraklarımızı ve İslam dünyasını yasa boğan tarihi bir dönüm noktası olduğunu vurguladı. Tarihe bakarken kendi değerlerimize, sahip çıkarak koruyarak bakmanın önemine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Şenel, “İzmir Türklük demekti. İzmir İslam demekti. O gözle bakmak lazım. İzmir’in üzerine titrememiz lazım. Biz Smirna değil, İzmir’iz. Ama meydanımıza Smirna adını veriyoruz. Türk Dil Kurultayında kendi Adalar denizimize Ege Denizi adını veriyoruz. Kadifekale gibi güzel bir kelime yerine, Pagos diyecek kadar zavallılık gösteriliyor. Bulgaristan’dan İstanbul’a giden otobüslerde Çarigrad, Yunanistan’dan İstanbul’a giden otobüslerde Konstantinopolis yazar. Hala aynı haçlı zihniyeti var. Şehitlerimizin yattığı Halkapınar düne kadar mezbelelikti. Kimse farkında değildi. O bölgenin gül bahçeleri yapılıp ziyaret yerleri haline gelmesi lazım. Hiç olmazsa ordan geçerken orda yaşanılanların bilinmesi lazım. Bornova’daki şehitlik yerimiz de aynı şekilde. Bizim tarihimizi bilmemiz, farkında olmamız lazım. Mehmet Emin Yurdakul, ‘Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir’ der. Şairler milletin ruhunu temsil eden kişilerdir. Bir şehir için ne kadar şiir yazılıyorsa, şairlerin ruhunda ne kadar yer edinmişse o şehir o kadar bizimdir. İşte İstanbul’dan sonra en çok adına şiir yazılan şehir İzmir’dir. Dur Yolcu’ diye başlayan Necmettin Halil Onan’ın şiiri bu bölge için yazılmıştır” dedi.
Panelde, Türkiye Halk Oyunları Federasyonu Üyesi eğitmen İlhan Sefil’in zeybek gösterisi eşliğinde, Sanat ve Tasarım Fakültesi’nden Öğr. Gör. Dr. Mucahit Yalçın Öztüfekçi’nin verdiği mini konser ilgiyle takip edildi.